Özgür Gökmen
Express 137 (2013): 49. [PDF sürümü ]
Mısır’da mevcut durum zaten aslı olmayan sekülerler ile İslamcılar arasındaki çatışma türü süfli karşıtlıklara indirgenerek anlaşılamayacak denli karmaşık. 30 Haziran’da Müslüman Kardeşler dışındaki neredeyse tüm sosyopolitik güçleri iktidar karşısında bir araya getiren neydi? Eski rejim yanlıları bileşenlerden sadece biriyken ve ordunun geçmiş icraatı gayet iyi bilinirken, itirazlar duyulmasına rağmen, sokak ordunun müdahalesini nasıl memnuniyetle karşıladı?
Mübarek’in devrilmesinin ardından Müslüman Kardeşler’le ordu arasında var olduğu söylenen pazarlığa rağmen, iki güç de birbirine temkinle yaklaşıyordu. Bugün askerî yönetim kültürel köklerle topluma nüfuz etmiş Müslüman Kardeşler’i topyekûn tasfiye edemeyeceğinin farkında fakat cebren marjinalleştirebileceğini biliyor. Hareketi terörist ilan ederek bertaraf etmeye çalışıyor. Lakin tek derdi Müslüman Kardeşler değil. Esasen Mısır Devrimi’ni tasfiye etmek, “status quo ante”ye geri dönmek istiyor. Mısır’ın eski seçkinleri için, devasa bir toplumsal memnuniyetsizlik yaratmış olsalar dahi siyaset etme özgürlüklerine ket vurulmaması gereken Müslüman Kardeşler’in seçilmiş cumhurbaşkanı dahil üst düzey yöneticileri tek tek tutuklanırken, Mübarek’in salıverilmesinden daha büyük bir simgesel zafer olabilir mi? 2011’den sonra güçleri bir kez daha gasp edilen kitlelerin arzu ettikleri zafer herhalde bu değildi.
Robert Fisk, Temerrüd’ün Muhammet Mursi’ye görevden el çektirmek için meydanları doldurduğu 30 Haziran’ın hemen ertesinde “2011 devriminin ekmek, özgürlük, adalet ve onur talepleri karşılanmadı. Ordu bu talepleri sadece gösterileri ‘görkemli’ olarak niteleyerek Mursi’den daha iyi yerine getirebilir mi?” diye sormuştu. Ve hatırlatıyordu: “Siyasetçiler hilekâr. Fakat generaller katil olabilir.”
İki gün sonra, 3 Temmuz’da, Mursi bir darbeyle alaşağı edildi. El Ezher, Kilise, Selefiler, liberaller, eski rejim yanlıları velhasıl Müslüman Kardeşler muhaliflerinin çoğu aile fotoğrafında yer aldı. Avrupa ve ABD sesini çıkarmadı, başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinin neredeyse tümü darbe hükümetinin yanında saf tuttu. Müslüman Kardeşler’in Genelkurmay Başkanı General Adbulfettah Sisi artık darbe hükümetinin Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcıydı.
Fisk’in öngörüsü maalesef kısa bir süre içinde doğrulandı. Güvenlik güçleri katliama 8 Temmuz’da başladı. En son 14 Ağustos’ta Mursi’nin göreve iade edilmesi talebiyle Rabia ve Nahda meydanlarında toplanan büyük çoğunluğu silahsız Müslüman Kardeşler taraftarlarını kanla bastırdı. Dokuz insan hakları örgütünün imza attığı, katliamı kınayan Kişisel Haklar Mısır İnisiyatifi’nin bildirisine göre sadece 14 Ağustos’ta altı yüzün üzerinde insan öldürüldü, dört bine yakın insan yaralandı. Aynı rapor, oturma eylemlerinin bastırılmasının ardından misilleme olarak ülke çapında kiliselere yapılan saldırılarla ortaya çıkan mezhep çatışmaları tehlikesine de dikkat çekiyor. Müslüman Kardeşler’i meşru olarak yönetme yetkisine sahip olduğunu iddia ettiği halkın yaşam hakkına saygı duymamakla ve ülkeyi iç savaşa sürüklemeye çalışmakla itham ediyor. Müslüman Kardeşler, Kıptilere yönelik pogromları ve kendilerine atfedilen cinayetleri inkâr ediyor.
Mısır İktisadi ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi raporuna göre 14 Ağustos’taki büyük katliamın neden olduğu can kaybı çok daha fazla: 983 sivil, 52 güvenlik görevlisi ve Rabia Camii’nin altında bulunan 28 kişi daha. Güvenlik güçleri 14 Ağustos katliamını takip eden Cuma günü de göstericilere ateşli silahlarla müdahale etti ve takip eden hafta sonu 34 mahkûm yakılarak öldürüldü. Müslüman Kardeşler’in de, ordunun iddia ettiği düzeyde yaygın olmamakla birlikte, silah kullandığı biliniyor fakat bu durum bir hakikati değiştirmiyor: Mısır’da güvenlik güçleri büyük bir insanlık suçu işliyor.
30 Haziran hareketine katılmış Devrimci Sosyalistler ve bazı İslamcı gruplar 14 Ağustos katliamını ve askerî yönetimi şiddetle kınasa da toplumda Müslüman Kardeşler’e yönelik yaygın menfi hissiyat yeni yönetimin elini güçlendiriyor. 25 Ocak Devrimi güvenlik devletini tasfiye etmeyi başaramamıştı. Şimdi Mısır için en büyük tehdit devletin cebir aygıtının baskıcı politikalarının toplumda yeniden zımni olarak kabul görür hâle gelmesi. Bugün Müslüman Kardeşler’i ezmeye çalışan bu politika, zamanı geldiğinde daha önceden olduğu gibi ekmek, özgürlük ve toplumsal adalet talebini taşıyanlara yönelecektir. Bu tehdidi bertaraf edebilecek yegâne fail, Müslüman Kardeşler’e olduğu kadar, totaliter her türlü iktidara karşı çıkma kudretini gösterecek toplumsal güçler olacak.
Hüssam el Hamalavi
Mübarek’in “terörizmle mücadele”sinin resmî olarak 1992’de başlamış olması tesadüf değildi. Aynı yıl İMF ve Dünya Bankası sponsorluğunda Ekonomik Reform ve Yapısal Uyum Programı olarak bilinen yıkıcı neoliberal reformları uygulamaya koydu.Terörle mücadele, dünyamızın hiçbir yerinde asla ekonomik kemer sıkma önlemleri olmadan başlatılmadı. Ve bugün Mısır’da eğer yol açtığınız ekonomik adaletsizlikler karşısında bir direnişle karşılaşırsanız, çekinmeden fabrikanıza polisi ve orduyu çağırın ki işçilerinizi bastırsınlar ve “sakallı” liderlerini tutuklasınlar ve onları haksız yere “devrik cumhurbaşkanını desteklemek için siyasi grev kışkırtıcılığı yapmak”la, “Müslüman Kardeşler”den ya da “terör şüphelisi” vs olmakla suçlasınlar. (arabawy.org’dan, 21 Ağustos 2013, çeviren ÖG)