Özgür Gökmen
Express 124 (2011): 34–35. [PDF sürümü ]
Ordunun siyasal hegemonyasına son veren yeni bir anayasa talebini başından beri ortaya koyan Tahrir iradesi, 25 Ocak Devrimi’ne sahip çıkmak üzere meydanına geri döndü. Ancak Mübarek’in iktidarı devrettiği Yüksek Askerî Konsey kendi kontrolü altında bir parlamenter demokrasi inşa etme projesinin ilk adımını atarak Mısır’ı seçime götürmeyi başardı. Üstelik en ateşli destekçisi Müslüman Kardeşler’di. Mısır ve temsil ettiği “Arap Baharı” ilk büyük siyasal kırılmasını yaşıyor...
Time bir hafta önceden piyasaya sürdüğü 5 Aralık tarihli Avrupa baskının kapağına “Dirilen Devrim” manşetini atmış, soruyor: “Mübarek’in düşmesinden aylar sonra Mısırlılar askerî yönetime karşı ayaklandılar. Serbest seçimler –ve Arap Baharı’nın yarattığı umut– tehlikede mi?” Tam tersine. Zira Mısır’da 25 Ocak Devrimi’nin ardından umudu paramparça eden bizzat askerî cunta oldu. Ve bir “Arap Baharı”ndan bahsedebileceksek, bu ancak devrimci sürecin bitimsiz olduğu inancıyla sokaklara dökülen on binlerce insanın mücadelesi sayesinde mümkün olacak.
Son bir yılda yaşananların bir anda patlak verdiği zannedilmesin. 20. yüzyılın büyük kısmında baskı altında tutulmuş Arap dünyasında sıradan insanların mücadelesi hiç eksik olmadı. 2005’te Beyrut’ta ivme kazanan sürecin bugün tanıklık ettiğimiz safhası, hoşnutsuzluğun patlama noktasına gelmiş hâli. Mısır’da 2005 ile 2010 arasında gerçekleşmiş 3 bin civarında işçi eylemi neye delalet ediyordu?
Express okuruna ulaştığında Mısır’da 28 Kasım’da başlayacağı ilan edilen, Time’ın gerçekleşmeyeceğinden endişe ettiği, üç kademeli, iki ayaklı seçimler başlamış olacak. Bugün çok ciddi bir siyasal meşruiyet krizi yaşanan Mısır’da büyük bir toplumsal huzursuzluk ve anlaşmazlık hüküm sürerken. 19 Kasım’da baş gösteren kitlesel ayaklanmaya rağmen. Dört büyük koalisyona mensup birçok partinin 20 Kasım’da kampanyalarını iptal etmesine, seçimlerin ertelenmesi talebine, bir kısmının seçimlerden çekilmesine rağmen. Mevcut koşullar altında sağlıklı bir sonuç elde edilmesinin imkânsızlığına rağmen. Askerî cuntanın dayatması ve öncelikle en büyük işbirlikçisi Müslüman Kardeşler’in (MK) Hürriyet ve Adalet Partisi’nin (HAP) desteğiyle.
Mısır’da devrimci sürecin bertaraf edilmesini, meydanları dolduran insanların taleplerinden vazgeçmesini isteyenlerin başında cuntanın apar topar yaptığı anayasa değişikliği sayesinde iktidara gelmeyi, en azından ortak olmayı teminat altına almış HAP geliyor. 20. yüzyıl boyunca ABD dış politikasının yönünü gösteren Foreign Affairs’de yayımlanmaya başlamış MK’ye yönelik hayırhah yazılar bu müstakbel iktidarın da destek göreceğinin işareti olsa gerek. (Foreign Affairs’in önemini kavramak için, Soğuk Savaş dönemini belirleyen Kennan’ın “çevreleme politikası” doktrininin ya da 11 Eylül sonrası “terörle savaş” politikalarına temel teşkil eden Huntington’ın “medeniyetler savaşı” tezinin bu dergiden yayıldığını hatırlayalım.)
ABD’nin hem Ortadoğu petrolüne erişimi hem Filistin’i peyderpey sömürgeleştiren İsrail devletine verdiği açık desteği sürdürebilmesi için bölgedeki etkisini koruması elzem. Dolayısıyla 25 Ocak’ı izleyen günlerde yüzbinler Tahrir Meydanı’nda canları pahasına rejimin düşmesini talep ederken hem ABD’de hem de bağımlı devletinde hâkim sınıf kendi derdinin peşindeydi. Devrimci sürecin bir fetret devrine yol açmasına tahammülü olmayan ABD, 1979’da tesis ettiği bağlantıları bu süreçte sonuna dek kullandı. ABD Savunma Bakanı’nın bu dönemde Kahire’yle saat başı görüştüğü biliniyor. Mısır’da kolonyal devletin vaktiyle devralınmış idari mekanizmalarına sıkı sıkıya sarılmış hâkim sınıfın yaptığı onca baskıya, uyguladığı şiddete, yarattığı korku ve dehşete rağmen Tahrir’deki halk kitlelerinin geri adım atmayacağı anlaşıldığında, Mübarek 11 Şubat günü 30 yıllık iktidarını terk etmek zorunda kalmıştı. Dönemin CIA Başkanı’nın Mısır’da yönetimi Yüksek Askerî Konsey’in (YAK) devralacağını ABD Kongresi’ne Mübarek’in düşmesinden bir gün önce, 10 Şubat’ta bildirmiş olması manidardır. 20 yüksek rütbeli subaydan müteşekkil bu konseye o güne dek Mübarek’in başkanlık ettiği, ardından başkanlığı devralan eski Savunma Bakanı Mareşal Hüseyin Tantavi’nin Mübarek’in üniforma giyen bir sureti olduğu unutulmamalı.
Tüm bunlar elbette Arap dünyasında yaşanan uyanışı, kabaca, emperyalistlerin yeni oyunu olarak algılayan ve böyle yansıtan, solun bir kesimine de bulaşmış sığ bakış açısını güçlendirecek biçimde okunmamalı. Tam tersine, ABD ve İsrail’in tüm gayretine rağmen Mısır’daki devrimci sürecin yönünü belirleyen, ayaklanan halk kitleleri olmuştur. Mısır’ın istikrarsızlaşmasına engel olmak isteyen ABD önceleri Mübarek’in Eylül 2011’de çekilmesinin öngörüldüğü düzenli bir geçiş telkin ediyordu. Bu hedefe Tahrir’e rağmen erişilemeyeceği anlaşıldığında, iktidarın Mübarek’in bir numaralı istihbaratçısı Ömer Süleyman’a devredileceği hemen gerçekleşecek düzenli bir geçiş önerildi. Tahrir direnmeye devam edince Mübarek’in çekilmesi ve YAK’nin ayaklanan halk adına iktidarı devralması son çare olarak gündeme geldi.
YAK siyasal iktidarı gasp ederek 25 Ocak Devrimi öncesi statükoyu korumak için kullandığı için seçimlere on gün kala Tahrir 11 ayrı ilin temsilcilerinin katılımıyla 10 ay öncesini hatırlatan bir ayaklanmaya tanıklık ediyordu. İlk beş günde paramiliter Merkezî Emniyet Kuvveti’nin saldırılarıyla Kahire, İskenderiye ve İsmailiye’de kırktan fazla insan hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı. Cuntanın atadığı hükümetin başbakanı Essam Şeref görevden ayrılmak zorunda kaldı.
Ayaklanmayı tetikleyen esas neden, Kasım ortasında cuntanın devlet başkanlığını 2013 başından önce terk etmeye yanaşmadığının ortaya çıkmasıydı. Üstelik cunta Mısır’da temsili demokrasiye geçildikten sonra dahi ordu ve ordu bütçesinin sivil denetime kapalı kalmasını, kendisinin anayasal meşruiyetin muhafızı olarak tescil edilmesini istiyordu. Meselenin özü, Mısır ekonomisinin yüzde 40’ını elinde tutan askerlerin esasen sahip oldukları ekonomik ve siyasal ayrıcalıkları güvence altına almayı arzu ediyor olması. Muhtelif şehirlerde sokaklara dökülen insanlar değişen bir şey olmadığını, asker durduğu müddetçe seçimlerin de bir değişime yol açmayacağını düşünüyor. Cunta sayesinde bugün Mübarek’in Millî Demokratik Parti artıklarınca kurulan dokuz ayrı siyasal partinin faal olduğu unutulmamalı.
Bu yüzden 25 Kasım’da Tahrir’deki devasa kitle eyleminin temel talebi, YAK’nin iktidarı sivillere devrederek yönetimden derhal çekilmesiydi. Baskı altındaki cuntanın Mübarek dönemi başbakanlarından Kemal Ganzuri’yi hükümet kurması için atayıp seçimleri ikişer güne yayma kararı alması, meşruiyetin ihlal edilmesine karşı tahammülü olmayan yüzbinlerce insanı çileden çıkarttı. 27 Kasım’da Tantavi önde gelen partilerin temsilcileriyle buluşup hâkimiyeti yeniden ele geçirme peşindeyken, yüzbinler Mısır çapında devrimci ve sivil bir millî kurtuluş hükümetinin kurulması talebiyle devrimci meşruiyet gösterileri yapıyordu. Bu talebi, liberal ve merkez sol partilerin ittifakı Mısır Bloku, merkez El-Adl Partisi ve MK gençlerinin partisi Altyar ile liberal, merkez ve sosyalist partilerin oluşturduğu Devrim Devam Ediyor İttifakı’nın desteklediğini kaydedelim. Dışarıda kalanlar, tahmin edilebileceği üzere HAP’nin önderliğindeki Demokratik İttifak ile Suudi destekli Selefilerin ağırlıkta olduğu İslâmcı İttifak.
Mısır toplumunda biriken tepkinin patlaması şaşırtıcı değildir. Demokrasi beklentisi çoğalırken askerî rejimin gün geçtikçe konsolide olması toplumda gittikçe yayılan bir hoşnutsuzluğa yol açtı. 18 Kasım günü İskenderiye camilerinden birinde verilen cuma vaazında YAK’nin halkın güven ve desteğini kaybediyor olduğu söyleniyordu: “Askerî konsey halkın güven ve desteğini yeniden kazanabilmek için kalıcı bir biçimde siyaseti zedeleyen ve bu ülkeyi mahvedenleri tasfiye etmelidir.” Vaizin beklentisinin ziyadesiyle naif olduğunu söylemek gerek.
Maryland Üniversitesi, Enver Sedat Barış ve Kalkınma Kürsüsü’nden Shibley Telhami’nin 2003’ten bu yana Zogby International ile farklı Arap ülkelerinde yürüttüğü yıllık kamuoyu araştırmalarının sonuncusu Ekim ayında yapıldı. Tahrir’deki ayaklanmanın beşinci günü açıklanan 2011 araştırmasının sonuçları da Mısır’da öfkeye dönüşerek patlamaya yol açan hoşnutsuzluğun temel nedenini teyit eder nitelikte. Beş ülkede üç bin kişilik örneklemle yürütülen yoklama, büyük çoğunluğun (%57) “Arap Baharı”nı haysiyet, özgürlük ve daha iyi bir hayat peşindeki sıradan insanların mücadelesi olarak algıladığını gösteriyor. Ve Mısır’ın altı şehrinde Ekim ayının son haftasında sorgulanan 750 kişi, çoklukla (%43) cuntanın bu mücadele ile elde edilen devrim kazanımlarının hızını kestiğini ya da bu kazanımları tersine çevirdiğini düşünüyor.
Sedat ve Mübarek dönemlerinde toplumdan yalıtılarak unutturulmaya çalışılan 80 yaşındaki Mısırlı feminist romancı Naval al Saadavi’nin sözlerine kulak verelim: “Statüko, MK, ataerkil yapı, Batı hegemonyası birbirinden bağımsız, müstakil olgular değildir.” Mısır’da seçim sonuçları sıradan insanların haysiyet mücadelesine son vermeyecek.