Özgür Gökmen
Birikim 268-269 (2011): 95–101. [PDF sürümü ]
[...]
* Kısaca, post-İslamcı bir hareketin demokratik bir devlette dindar bir toplum yaratmayı arzularken, bir yandan dini değerli kabul edip öte yandan yurttaş haklarını vurguladığını söylüyorsunuz. İş yurttaş hakları ve demokratik devletin gereklerine geldiğinde, post-İslamcı örneklerinizden biri olan AKP, bu resme pek uymuyor. Post-İslamcı bir hükümetin, sürdürülebilir yoksulluğu koruyarak, alt sınıfların kahir ekseriyetini mikro düzeyde, örneğin kamu hizmetlerinin özel olarak tedarik edilmesini temin ederek, ya da makro düzeyde asgari bir toplumsal politika uygulayarak teskin ettiği müddetçe demokrasiye gerçekten ihtiyacı var mı?
— Altını çizmek için, post-İslamcılığın genellikle eski İslamcılar arasında (şeriatın temel hukuki kaynağı teşkil ettiği) dinî devlet fikirlerini dönüştürmeye, bunun yerine medeni ve demokratik bir yönetişimi uygun bulmaya yönelik eğilimi ima ettiğini söylemeliyim. Burada dinin bireyler arasında bir değer olarak üzerine titrenir ve kamusal alanda var olması gözetilir. Elbette bu formülasyonda ince nokta, “demokrasi nedir?” sorusu, demokratik pratiklerin boyutu, derinliği ve kapsamıdır. Demokrasi basitçe bir yönetim biçimi, temsili hükümet ve güçler ayrılığı vs. midir; yoksa bir değer, halk iktidarının uygulanması, gerçek ifade özgürlüğü, muhaliflerin korunması ve hatta eşitlik (sadece siyasal alanda değil, aynı zamanda iktisadi, ülkesel ve yerel düzeylerde de demokrasi) olarak mı kabul edilir? Şimdi, post-İslamcılar vakasında, demokrasi onlar için hâlâ yeni bir tecrübe. Halen çok kısa bir tarihleri var. Hâlâ deneme ve yanılma safhasındalar. Aslında birçok durumda, post-İslamcılık tahayyül ve hareket düzeyinde kalıyor. Bu hareketlerden sadece Türkiye’deki AKP ve İran’daki Hatemi’nin Reform hükümeti gibi birkaçı hükümet gücünü ele alma şansına sahip oldular. Ne olursa olsun, hükümetteki post-İslamcılar ile İslamcıların muhayyile ve pratiği arasında kayda değer bir fark görüyorum. Türkiye’de ya da Endonezya’da, iktidar için siyasal gruplar arasında makul düzeyde bir rekabet mevcut; dinî partiler diğer partilerden ayrıcalıklı değil. Makul düzeyde düzenli ve serbest seçimler yapılıyor. Bir yöntem olarak demokrasi büyük ölçüde kabul edilmiş durumda. Fakat bu post-İslamcı hükümetler altında, belirli insan haklarının ihlal edilebileceği, ifade özgürlüğüne sınırlar konabileceği yadsınamaz. Mevcut AKP hükümeti altında bir dizi gazetecinin sadece yayımlanmış yazılarından ötürü hapsedildiğini biliyoruz. Yanı sıra, post-İslamcılar (iktisadi değil, toplumsal) liberalizmle olan, hangi bireysel özgürlüklerin, inanç cemaatleri ve hayat tarzlarının ne ölçüde hoş görüleceğine dair sorunlarını da çözmek zorundalar. Fakat bu kısıtlamaların ve ihlallerin kaçınılmaz olarak post-İslamcı yönetimlerle sınırlı olmayabileceğini de vurgulamalıyım. Seküler yönetimler de böylesi ihlalleri benimseyebilirler. Çözülmesi gereken sorun, bu tehlikeyi en aza indirecek yasal ve kurumsal mekanizmaları tasarlamaktır. Demokrasi, nihayetinde, tarihsel olarak derinliğini ve yaygınlığını artırmak için yoğun bir mücadele alanı; demokratların daimi olarak demokrasiyi demokratikleştirmeye angaje olduğu bir alan olagelmiştir.