Gebe Mısır İçin Bir Ebe

Asef Bayat

Ahram Online’dan, 11 Temmuz 2013, çeviren Özgür Gökmen.

Dış görünüşe bakılırsa, 30 Haziran bir “darbe”ydi: Ordu seçilmiş cumhurbaşkanını görevden almak, anayasayı ilga etmek ve cumhurbaşkanlığı ile meclis seçimlerini yapmak ve yeni bir anayasa kaleme almak için geçici bir hükümete nezaret etmek üzere müdahale etti. Peki ya bir ülkede halkın çoğunluğunun istediği bu ise? Bu türden herhangi bir askeri müdahale mutlaka gayrimeşru mudur? Öyleyse Mısır’ın 25 Ocak Devrimi’nde ordunun destekleyici rolünü ya da askeriyenin 1974’te demokratik bir düzene yol açan Portekiz Karanfil Devrimi’ndeki katkısını nasıl okuyacağız?

Bir darbe yönetici seçkinlerin (askeriye gibi) bir kesiminin, halkın asgari dahli ile ya da bu olmaksızın, iktidarı diğer kesimden zor kullanarak alması durumunda gerçekleşir. Mısır’da 30 Haziran’da yaşanan bu kadar basit değildi. Basitçe bir darbeden ziyade “devrimci bir zorlama”ydı. Ordunun müdahalesi, şümullü bir devrimde, Yukarı Mısır’ın kasabalarından Nil Deltası’nın şehirlerine kadar toplumun her kesiminden (Müslüman, Hıristiyan, erkek, kadın, dindar, seküler) on yedi milyon insanın ülkenin hafızasında benzeri görülmemiş kolektif bir mücadele sergilediğinde ortaya çıkan muazzam ayaklanmasının son aşamasıydı. Ve uğruna onca kurbanın verildiği ve kanın dökülmüş olduğu devrimin —ekmek, özgürlük, adalet— sözünü gerçekleştirmek yerine bir seçim teokrasisi kurmakla meşgul olduğunu düşündükleri İslamcı hükümeti azletmek için ayaklandılar. Ateşli devrimci gençlik kampanyası Temerrüd aylar boyunca seferber olmak için gece-gündüz çalıştı; 30 Haziran’dan önce 22 milyon güvensizlik oyu topladı.

Askeriye, kendi hesabına, nihayet 30 Haziran dramına yol açacak biçimde taşan hoşnutsuzluğun yayılmasını yakından takip ederek durumu kolluyordu. Ordu en sonunda protestoların cesametini görünce yeni güç dengesinde kendi iktidarını ve ayrıcalığını korumak için protestocularla saf tutmaya mecbur kaldı. Bu noktada devrimcilerin çıkarları ile ordununkiler birleşti. Ne var ki devrimciler için askeriyenin Mursi’yi görevden almak üzere müdahale etmesi, duraklamış devrimi ileri götürmek için bariyerleri ortadan kaldıran bir katalizör olarak iş gördü. Ordu yeni bir toplumsal düzen doğurmak üzere cefa çeken gebe bir ulus için umutsuz bir ebeydi. Dramatik bir hamleye, devrimci zorlamaya ihtiyacı vardı.

Mısır’ın devrimci dramındaki bu aşama, ordunun onun adına yaptığını gerçekleştirecek zorlayıcı güçten yoksun bir devrimin paradoksal fakat kaçınılmaz stratejisini yansıtır. Paradoksal niteliğinin ironik fakat önlenemez sonucudur: Muazzam bir halk tabanı vardı ancak yönetimsel güçten ıstırap verecek denli yoksundu; fevkalade bir hegemonya kazandı fakat yönetmiyordu. Bunların sonucunda, değişim için muvazzaf devletin kurumlarına —bu seferinde askeriyeye— bel bağlamak zorundaydı. Mısır devrimcileri, gerçekten de, yirminci yüzyıldaki çoğu muadilleri gibi (gerilla ya da devrimci ordu benzeri) kendi kaynaklarını ve sert gücünü üretebilmiş olsaydı, askeriyenin onlar adına yapmasını umduklarını kendileri yapmış olabilirdi ve bu “darbe” olarak etiketlenmezdi.

Çoğu yirminci yüzyıl devrimi bunun gibi zorlayıcı bir güce sahipti. 1979’daki İran devriminde, örneğin, bazıları silahlanmak üzere polis karakolları ve askerî kışlalara hücum ederken (Fedai ya da Mücahit gerillalar gibi) bazı devrimciler halihazırda silahlıydı. Bu, onların son hamlede Şah’a sadık olanları yenip askeriyenin büyük kısmını devrimle aynı safa çeken bir isyana kalkışmalarını temin etti. Eski rejim düştüğünde, “devrimi savunmak” ve “devrimci adalet”i gözetmekle, yani eski rejimin kilit isimlerini ve yeni muhalifleri ortadan kaldırmakla sorumlu kıldıkları Devrim Muhafızları’nı (Pasdaran) kurdular. Buna “darbe” denmedi; devrim olarak adlandırıldı.

Mısır farklı diyen çıkabilir. 30 Haziran’daki “ikinci devrim”, seçilmiş “meşru” bir hükümete karşı devrimcilerin yaratısı olmayan, gergin bir ilişkide geçici bir müttefik olan askeriyenin yardımıyla yürütülmüştür. Müslüman Kardeşler Mursi’ye el çektirilmesine hükümetinin yasal olarak seçildiğine, bu yüzden meşru olduğuna dayanarak itiraz ediyor. Elbette, Mursi hükümeti yasaldı. Ancak yasallık tek başına bir kurum ya da sürecin muhakkak meşru olduğu anlamını taşır mı? Mübarek’in olağanüstü hâli yasal bir kararnameydi fakat ille de meşru değildi. Bugün İran’da, kimin seçime katılıp katılamayacağını büyük bir dokunulmazlıkla inceleyen mahut Anayasa Koruma Konseyi yasaldır fakat illa ki meşru değildir. Meşruiyeti vurgulayan basitçe yasallık değil, yasal bir biçim üstlenebilecek ya da üstlenmeyebilecek popüler rızadır. Kural ve kaidelere dair yaygın bir mutabakatın bir ülkenin kurumlarını yönettiği olağan koşullar altında halkın rızasını belirlemek için genellikle seçim sandıkları kullanılır. Fakat devrim sonrası Mısır bir nebze istikrar, olağanlık ve mutabakata dayalı yönetimin ulusun siyasal hayatına kılavuzluk ettiği günü nadiren gördü.

25 Ocak 2011’den bu yana, Mısır daimi olarak sokak siyasetinin yasal kurumsal faaliyeti bir hayli gölgede bıraktığı olağandışı bir devrimci hareket hâlinde kaldı. Elbette hayat devam etti. Yasal yetkiye sahip birtakım işleyen kurumlar var olduğu için değil; büyük ölçüde, ülkenin fabrikalarında, mahallelerinde, okullarında, üniversitelerinde ve meclisinde gözlenebilecek hukuk dışı kuralların ve öz-düzenlemenin hüküm sürmesi sayesinde. Ülke, sadece son dokuz ayda, haftada 130 sokak gösterisi ve (demiryolunun bloke edilmesi gibi) 200 başka toplumsal protesto eylemi yaşamışken olağanlıktan ve mutabakattan nasıl söz edilebilir? Konvansiyonel kurumların düzensizlik gösterdiği böyle olağandışı devrimci bir durumda, oyunun kurullarına dair azıcık bir mutabakatla, siyaset çoğunlukla sokakta, yasal kurumların dışında yapılır. Halkın sesini ifade eden ve onun ölçüsü olan, örneğin meclis değil, sokaktır. 30 Haziran’da “başarısız bir cumhurbaşkanı”na, meclis kanalıyla değil, “yasal” olarak değil, fakat sokaklarda “devrimci” eylem aracılığıyla el çektirmek üzere sokaklara akan on yedi milyon insan gördük. Devrimler, ne de olsa yasadışı işlerdir.

Kuşkusuz demokratik pratik seçim sandığıyla sınırlı değildir ve yakın geçmiş, Batı’dakiler dahil, birçok ülkede liberal “demokratik” kurumların çok sayıda yurttaşın gerçek dileklerini temsil etmeyi beceremediğini göstermiştir. Ancak bu sokak siyasetini kutlamada aşırıya kaçmak ve daha da kötüsü hukuk dışı fiilleri romantikleştirmek için bir bahane olmamalı. Aksine, bu fiiler tam da değişken bir devrimci durumda kurumsal siyasetten dışlanmanın, kurumsal siyasete güvensizliğin ve kurumsal siyasetin başarısızlığının kaçınılmaz sonucu; geçtiğimiz yıllarda halk protestoları yaşayan birçok ülkede gittikçe artarak beliren bir eğilimdir. Sokak siyaseti bu itibarla erdem değil, bir gerekliliktir. Erdem, yurttaşlık ruhuyla farklı ulusal tabanlar arasında, eşitlik ve toplumsal adaleti kucaklayan geniş bir mutabakat inşa etmede yatar. Böylece, siyasal partiler, sivil toplum, oy verme, meclis ve hepsinden önce hukukun egemenliği önem kazanır. Esasen bunlar devrimin temel amaçlarının (ekmek, özgürlük, adalet) gerçekleştirilebileceği kapsayıcı bir hükümet biçimi inşa etmek için zaruri (fakat hiçbir suretle yeterli olmayan) öğelerdir. Bunu başarmak için devrim ana caddelerde sıkışıp kalamaz; öğrenmek, öğretmek, seferber olmak ve örgütlenmek için arka sokaklara, yerel cemiyetlere, mahallelere, köylere, sendikalara, okullara ve hanelere doğru ilerlemek zorundadır. Bunlar “şümullü devrim”i sürdürmek için temel unsurlardan bir kısmını teşkil eder.

Şimdilik ülkenin en kudretli kurumu devrimcilerle saf tuttu. Kim askeriyenin desteğine sahip olmak istemez? Ancak ne pahasına? Kapsayıcı ve işler durumda bir yönetişim inşa etmek, askeriyenin bir parçası olduğu “derin devlet”in baskıcı kültürünü feshetmek nasıl mümkün olur? Bebeğe büyük bir tehdit teşkil edebilecek ebenin bize hayrı ne? Bu ordu, devrimcilerin aylarca şiddetle çatıştığı, 12 bin devrimciyi askeri mahkemeye götüren ve “bekaret testi” gibi mahut pratikleri uygulayan ordunun bizzat kendisi. Eninde sonunda Pentagon’un inayetini alan, bıçak kemiğe dayandığında kuvvetle muhtemelen devrimcileri kurban edecek bir ordu.

Öyleyse soru orduyla ilişkilerin nasıl idare edileceği. Devrimciler bu teşekkül üzerinde ne kadar denetim uygulayabilir? İtilip kakılmaya ne ölçüde direnebilir? Askeriyeye ve polise karşı koyacak ve cadı avına karşı ideolojik muarızlarının haklarını korumak ve onların arkasında durmak, 30 Haziran mucizesini yaratan milyonların iradesini savunmak için onların baskıcı uygulamalarını sınırlamak üzere denetimde bulunacaklar mı? İyi haber, Mısırlıların, başka herhangi bir yerde nadiren görünen olağanüstü bir ruha ve dürtüye sahip olduklarını tekrar kanıtlamış olmaları. Zapt edilemez olma sanatında ustalık kazandılar. Bu zor zamanlarda dehşetli bir güçtür.